Kayıtlar

Önceleme (Priming) Kuramı

 Önceleme (Priming) Kuramı Önceleme medya içeriklerinin uyaran olarak işlev gördüğü insanların siyasal tutum ve davranışlarının belirleyen ölçütlerin değiştirilmesi ile ilgili bir kuramdır. Önceleme (priming) çalışmaları büyük oranda ‘İkinci Düzey Gündem Belirleme’ çalışmaları ile birlikte geliştiği ifade edilir. Scheufele ve Tewksbury’ye göre “kitle iletişim araçları insanların zihninde bazı konuları daha önemli kılarak (gündem belirleme), siyasal kampanyalar veya konular hakkında yaptıkları değerlendirmeler hakkında düşüncelerini de şekillendirebilmektedir (önceleme) ” (Scheufele ve Tewksbury, 2007: 11) Birinci düzey gündem belirleme çalışmaları medya gündemi içinde konulara yönelen dikkat ve kamuoyunda konulara yönelen dikkat arasında ilişkiyi incelerken; ikinci düzey gündem belirleme ise konulara atfedilen niteliklerin dikkatini ön plana çıkarmıştır. Bu yönüyle Haber çerçeveleme ve önceleme kuramları ile bir çok ortak paydası bulunmaktadır. Haber çerçeveleme konuların hangi bağlam

Kopenhag Kriterleri Nedir? Amaçları Nelerdir? Türkiye Bu Kriterlere Uyuyor mu?

Birinci ve ikinci dünya savaşlarının ardından Türkiye’de ve dünyada artan kolektif güvensizlik aynı zamanda bu iki savaşın başlamasının en önemli nedeni olmuştu. Devletlerin kendi aralarındaki ilişkilerde ”savaş” ihtimalini ortadan kaldıracak bir birlikteliğe ihtiyaç vardı. Çünkü II. Dünya Savaşı ve İspanya İç Savaşı, Avrupa’yı derinden etkilemiş ve Avrupa’da meydana gelmiş yıkıcı savaşlardı. Bu arayışlar, ittifakların da meydana gelmesine neden olmuştur. Örneğin Avrupa Birliği, bu ittifakların en önemlisidir. İlk başta Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak kurulan ve daha sonra Avrupa Birliği adını alan bu topluluk, çeşitli zirve, anlaşma ve birtakım kararlarla içeriğini belirtmiş, kendisine katılım şartlarını belirlemiştir. Bu şartların ilki, Maastricht Kriterleri, ikincisi ise Kopenhag Kriterleridir. Daha önceki yazılarımızda Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği hakkında ataylı bilgilere çeşitli yazılarda yer vermiştik. Bu seferki yazımızda kısaca Kopenhag Kriterlerinden, Kopenhag Kriyerleri

AVRUPA BİRLİĞİ MEDYA POLİTİKASI

AB, Avrupa Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşma’sının 151. maddesinde “kültür ve görsel-işitsel politika” başlığı altında düzenlenen hükme dayanarak, Avrupa’da görsel-işitsel alanda işbirliğini teşvik etmek amacıyla politikalar üretmekte ve sektörel programlar yürütmektedir. AB görsel-işitsel politikasının temeli 1970’li yıllarda hazırlanan Yeşil Kitap (Green Paper) ve Beyaz Kitap’a (White Paper) dayanmaktadır. 1988 yılında Rodos’ta yapılan AT Devlet ya da Hükümet Başkanları Zirvesi (European Council Summit) ve daha sonra 26-28 Haziran 1989 tarihinde yapılan Madrid ve 8-9 Aralık 1989 tarihinde yapılan Strasbourg Zirvelerinde, AT görsel-işitsel politikası üzerinde çalışmalar yapılmıştır (Çiftci, 2007:33). 1984 yılında AB Komisyonu’nun yayınladığı, “Yayıncılık Ortak Pazarının Kurulması Hakkında Yeşil Belge”, AB’nin görsel-işitsel alanda ortak bir adım atılması yönündeki ilk hareketidir. Söz konusu Belge’de Komisyon, Topluluk’ta yayın hürriyetinin sağlanabilmesi için televizyon yayınları bak

Doğmamış Olmak Davası - Anti-Natalism

Doğmamış Olmak Davası  Doğum karşıtı filozof David Benatar, hiç kimsenin bir daha çocuk sahibi olmamasının daha iyi olacağını savunuyor.David Benatar dünyanın en karamsar filozofu olabilir. Bir "doğum karşıtı", hayatın o kadar kötü, o kadar acı verici olduğuna ve insanların merhamet nedenleriyle çocuk sahibi olmayı bırakması gerektiğine inanıyor. "İyi insanlar çocuklarını acı çekmekten kurtarmak için büyük çaba harcarken, görünüşe göre çok azı çocuklarının acı çekmesini önlemenin tek (ve tek) garantili yolunun o çocukları dünyaya getirmek olmadığını fark ediyor. 2006 tarihli "Asla Olmaması Daha İyi: Var Olmanın Zararı" adlı kitabında yazıyor. Benatar'ın görüşüne göre üreme özünde acımasız ve sorumsuzdur - sadece herkesin başına korkunç bir kader gelebileceği için değil, hayatın kendisine "kötülük nüfuz ettiği" için. Kısmen bu nedenle, duyarlı yaşam tamamen ortadan kalkarsa dünyanın daha iyi bir yer olacağını düşünüyor.Bir akademik felsefe ese

Türkiye Aile Yapısı Araştırması

Türkiye’de geniş aile oranı kırsal alanlarda kentsel alanlara göre oldukça yüksektir. Kırsal alanlarda yaklaşık her 10 hanenin 2’si; kentsel alanlarda ise her 10 haneden ancak 1’i geniş aile kompozisyonuna sahiptir. Geniş aile kapsamında incelenen ataerkil aile ve geçici geniş ailelerin her ikisi de kırsal alanlarda daha yaygındır. Bu aile yapılarından geçici geniş aile hem kentsel alanlarda hem de kırsal alanlarda daha yaygındır. Bu durum, anılan ailelerin dağılmış aileye dönüşme potansiyelinin yüksek olması nedeniyle yakın gelecekte Türkiye’de dağılmış aile oranının daha da artacağının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Beklendiği gibi daha kozmopolit bir yaşam biçiminin hüküm sürdüğü kentsel alanlarda dağılmış aileler daha yaygındır. Bu farklılığın altında, kentsel alanlarda tek ebeveynli ailelerin, diğer dağılmış ailelerin ve akraba olmayanlardan oluşan ailelerin yaygınlığının kırsal alanlara göre daha fazla olmasının etkisi bulunmaktadır. Kırsal alanlarda ise özellikle yaşlı ka

JOHN LOCKE VE EĞİTİM

  Aydınlanma felsefesinin kurucularından olan J.Locke, filozof kimliği ile pek çok konuda olduğu gibi eğitim konusunda da bir takım görüşler ileri sürmüş, hatta bu konuda doğrudan ya da dolaylı eserler yazmış bir filozoftur. Locke, ortaya koyduğu düşünceleri ile klasik Aydınlanma’ya özgü olan temaları ön plana çıkaran birisidir. Ona göre de birey özgür olmalı; akıl, hayatın kılavuzu yapılmalı, kültürün her alanında bilimde, dinde, devlette ve eğitimde gelenek ve otoritenin her türlüsünden kurtulmalıdır(Gökberk,1990: 330). Bu yaklaşımların sonucunda Locke, politik açıdan özgürlüğün ön plana alınmasını, dinin akla uygun olmasını, eğitimde ise yararlı ve doğal olanın tercih edilmesini savunmuştur. Nitekim onun temel mesajı; “ uzlaşım, âdet ve otoriteyi körü körüne izlemeyin. Olgulara yönelin ve kendi başınıza düşünerek, kendiniz karar verin.” olmuştur (Magee, 2000: 117). Locke, modern felsefenin genel eğilimine de uygun olarak felsefesinde öncelikle insan bilgisinin kaynağı sorununu ele

BİREYSELLİK VE KÜLTÜR - Georg Simmel

  Özgürlük ve Birey       Bireysellik dediğimiz şeyi İtalyan Rönesansı çağının yarat tığı konusunda genel bir mutabakat vardır Avrupa'da. Bununla, bireyin ortaçağdaki ortaklık biçimlerinden, yani hayatının, faaliyetlerinin ve te mel itkilerinin örüntüsünü homojenleştirici gruplar içinde kısıtlamış olan biçimlerden içsel ve dışsal olarak kurtulmuş olması kastedilir. Söz konusu biçimler bireyin sınırlarının bulanıklaşmasına yol açmış, kişisel özgürlüğün, bünyevi biricikliğin ve kişinin kendine duyduğu sorumlu luk hissinin gelişmesini ketlemiştir adeta. Ortaçağın her türlü bireysel lik izinden yoksun olup olmadığı meselesini bir kenara koyacağım. Bir ilke sorunu olarak bireysellik üzerindeki bilinçli vurgu sahiden de Rö nesans'ın özgün kazanımıymış gibi görünmektedir. Bu da güç sahibi ol ma, temayüz etme ve şan şeref kazanma isteğini insanlar arasında gö rülmedik ölçüde yaygınlaştıracak şekilde gerçekleşmiştir. Bu dönemin başlarında Floransa'da. rivayet edildiği gibi, belli bi