COVID-19 SÜRECİ VE DÜNYA –
PSİKODİNAMİK VE SOSYO-EKONOMİK BİR BAKIŞ AÇISI
Toplumlar dünya tarihinin başından bu
zamana dek çeşitli olaylar ve bu olayların ortaya çıkardığı birtakım sosyolojik
bunalımlar ile karşı karşıya kalmıştır. Ekonomik , sosyo- poiltik , siyasal
çekişmelerin toplumsal dinamikleri derinden etkilemiş ve köklü değişiklere
neden olmuştur. Toplumsal dinamiklerin en temel yapıtaşı kuşkusuz ekonomik
gelişmişlik parametrelerin ortaya koyduğu refah düzeyi oluşturmaktadır.
Toplumsal ve küresel olayların başını çeken bireylerin , bu denli ciddi ayrışma
içerisine girmesinin en bariz nedeni “ekonomik ayrışmaların ortaya çıkardığı
bireyler arasında ki kültürel , sosyal ekonomik eşitsizliğinin vermiş olduğu çarpık
refah düzeyi oluşturmaktadır. Dünyamızın küresel olarak etkilendiği her salgın
, savaş , kıtlık vb. olaylarda en çok etkilenen kesim , yaşamsal koşulları en
asgari düzeyde sağlayabilen ve bununla birlikte hayatını idame ettirmekte
zorluk çeken toplumun orta alt ve orta sınıfı oluşturmaktadır. Bu ekonomik
toplumsal sınıfın dünya nüfüsunun en büyük dilimini oluşturduğunu , gelişmekte
olan ülkeler içerisinde ki en fazla bireylerin barındırdığı sınıf olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik faaliyetlerin bu sınıfta çok dar ve
işlenebilirliği düşük olması olumsuz her durumda küresel ekonominin ana
gövdesinin bu sınıflardan oluştuğu gerçeğini görüyoruz. Orta alt ve orta sınıf
gelişmekte olan ülkelerin sayısın bu denli fazla olduğu dünyada , etkisinin çok
daha fazla artacağını unutmamamız gerekmektedir .Toplumsal ayrışmaların ve
ekonomik dengesizliklerin yaşanmış olduğu coğrafyalarda bireylerin toplum
içerisindeki kimlikleri ve işlevleri daralır , bununla birlikte küresel her
olumsuz olayda bu toplumların içerisindeki bireyler çifte bir toplumsal bunalıma maruz
kalmaktadır. Bu durum doğrudan siyasal , toplumsal sosyo-ekonomik ve sosyo-
psikolojik dinamikleri yerinden oynatır. Küresel bir olay ile birlikte ortaya
çıkan bu toplumsal atmosferin , olayın bitiminden sonra yerini değişime
bırakacağı kaçınılmaz bir gerçektir. İlk satırlarda belirttiğim üzere küresel
her sansasyonel olay, köklü değişiklerin başlıca sebeplerinden birisi olmuştur.
Savaşlar , salgınlar, doğal afetler , siyasi ve ekonomik krizler aslında her
zaman biz insanlar için yeni bir başlangıcın değişmez nedenlerinden birisi
olmuştur. Sorun şu ki , “istikrar” hiçbir zaman sağlanamamıştır.
Dünya üzerinde meydana gelen her değişimin
ve yeniliğin hız faktörünü gözetmeksizin , bireylerin yaşamına dahil olması acaba
istikrara vurulmuş en büyük darbe olabilir mi? İstikrar kavramını biraz açalım
isterseniz ; İstikrar kavramının temelinde süreklililk unsuru yer almaktadır .
Süreklilik olayların gelişiminde ve yeniliklerin hayatımıza girmesinde bir
manevra kabiliyeti gördüğünü söyleyebilirim. Bu tezin , antitezinin başlıca
faktörü “değişim” unsurudur . Değişim unsurun yaratmış olduğu yenilikler ve bu
yeniliklerin bireyler üzerinde ki sersemletici “hızı” bireylerin yaşamını ters
düze ederek yapı dönüşüme uğratmıştır. Herhangi bir değişimin getirmiş olduğu
yenilik süreci tamamlanmadan ,yerini başka bir değişimin getirmiş olduğu
yeniliğe bırakarak istikrar unsurunu tümüyle ortadan kaldırmıştır. Bu durumun
oluşmasında ki en büyük etken şüphesiz “doyum noktasına ulaşamayan bireylerin
yeniliği daima arzulaması ve kendi haz ve zevklerini teknolojinin getirmiş
olduğu imkanları kullanarak giderebilme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Haz
kavramı zevklerin bir bütününü oluşturarak , hedonist ve narsist bir toplum
yapısını meydana getirmiştir. Orta ve orta alt sınıfın bu denli savunmasız
olmasının yeni boyutunu bu sınıf grubunun isteklerinden doğan gereksinimlerini
karşılayamama durumu yer almaktadır. Gelişimin getirmiş olduğu yenilikler bu
grupta hızlı ve bir o kadar eksik , tamamlanamamış haz ve istekler yarım
kalarak doyum noktasına ulaşılamamıştır. Doyum noktasına ulaşamayan bu sınıf
grubu , isteklerini ve algılarını kontrol edemeyerek sosyo –psikolojik
çöküntünün merkezlerinden birisi olmuştur. Oto- kontrol denetim mekanizmasini yeniliklerin
hızına bırakan bireyler , sosyo- kültürel , ekonomik , demografik bir
yabancılaşma içerisine girmişlerdir. Otokratik kontrol mekaniznasını elinde
tutmayı seven iktidarların en çok sevdiği toplumsal gruplar belki de yönünü kaybederek isteklerini
yönetemeyen “zombileştirilmiş bireylerdir.” Bu tip bireylerin oluşturduğu
toplumlar demokratik değerlerden koparak gittikçe yalnızlaşırlar. Yalnızlaşan
toplumların “mülki amiri “ diyebileceğimiz yegane güç “devlet” olarak karşımıza
çıkmaktadır. Toplumların ihtiyaçlarından doğan her olay bir yükümlülüktür.
Lakin toplumların isteklerinden doğan
her olay bir tercihtir. Yükümlülüklerin yerini tercihlerin almış olduğu 21. yy’
ın dünyası kontrol edilemez değişim ve yenilik hızının olumsuz sonuçlarının,
doğurmuş olduğu toplumsal bunalımlara yol açmaktadır.
COVID-19 sürecinin getirmiş olduğu olumsuz en
bariz sonuçlarından bir tanesini vurdumduymaz kitlelerin sorgulama aşamasında
yaşamış olduğu öz denetim ve siyasal denetim aşaması olmuştur. Kültürel ve
ekonomik ayrışmanın olduğu bu toplumlar pandemi sürecinin getirmiş olduğu “eşitsizlik”
unsurundan en çok etkilenen kesim olduğunu söyeleyebiliriz. Pandeminin getirmiş
olduğu bu yıkıcı atmosfer , değişimin ve yeniliğin hızını azaltamasa bile
önemini yitirmesine yol açmıştır. İnsan hak ve özgürlüklerin, hiçbir teknolojik
yenilikten daha az önemli olmadığını , bununla birlikte bireylerin hak ve
sorumluluklarına , bilinç kültürünün oluşmasında en büyük pay sahibi olduğunu
unutmamız gerekmektedir. Farkındalık ve önyargılarımızın bu denli birbirleriyle
çelişmiş olduğu dönemde , hassasiyet duygusunun gelişmesinde bir virüsün rol
oynayacağını herhalde hiç kimse tahmin edemezdi…
Yorumlar
Yorum Gönder